Ressam ve fotoğraf sanatçısı Ali Arif Ersen, Milli Reasürans Sanat Galerisi’ndeki “Sarajevo” başlıklı fotoğraf sergisiyle, 20. yüzyılın insanlığın hafızasına kazınan son büyük trajedilerinden biri olan Saraybosna trajedisini, on yıl sonra gerçeküstü görüntülerle, güçlü imgelerle ve ipuçlarıyla bir kez daha anımsatıyor. Ersen, korkunç yıkıma karşın yaşamayı sürdüren Saraybosna’yı “ışıkla yazı yazarak” aktarıyor. Müthiş gözlem gücü, ince ayrıntılar ve damıtılmış bir sinematografik bakışla, “fotoğraflarında bir arkeolog gibi insanların arkasındaki izleri” anlamlandırıyor.

Görüntünün ardında olanı düşündüren; yıkılmış evlerin, tel örgülerin, mezar taşlarının, kapıların, pencerelerin, duvarların, yaşam ve ölüm arasında değişime uğramış, yeniden şekillenmiş nesnelerin ardında olup biteni, görünmeyeni sezdiren fotoğraflar... Bu fotoğraflarla, bir yaşam ustası, görsel mimariyle bütünleşen insancıl estetiği ve şiirsel duyarlılığıyla “fırtınalı bir denizde bilge bir kaptan” olarak, “asolanın hayat” olduğunu anımsatıyor. Ali Arif Ersen, yeni sergisiyle yine “yansımanın, yanılsamanın, bakmanın ve görmenin” öneminin altını çiziyor.

Yıllarca resim yapan Ali Arif Ersen, daha sonra fotoğraf sanatına yöneldiyse de onun için fotoğraf ve resim iç içe. Tüm görsel sanatların resme öykündüğünü düşünüyor.
“Aslında fotoğraf hep vardı hayatımda. Lise yıllarında bir arkadaşımla ortak fotoğraf makinesi almıştık, derme çatma bir karanlık odamız vardı. Beni fotoğrafa yaklaştıran sinema olmuştur. Akademi öncesinde asıl hayalim sinema eğitimi görmekti. Ancak o zaman Türkiye’de sinema okulu yoktu. Dolayısıyla tüm hayallerimin görsel temelini oluşturan resim bölümüne giderek onları pekiştirdim. Akademinin bünyesinde büyük atölyelerde arkadaşlarla kullandığımız karanlık odalarda fotoğrafı öğrendim.”

Ali Arif Ersen, önce yuvarlak, çember, daire kavramının/biçiminin üstüne giden, çözümleyen yağlıboyalarla yola çıktı. Bu formlarla son derece özgün, akıl ve mizah dolu bir elekten süzülmüş yapıtlarıyla yaşamda bir çok daireye gelişmiş bir estetiğin merceğinden baktı. Sonra gözünü hayattaki sıradan konulara resimsel bakışı bu sefer başta bir hayata, otellere çevirdi.Çıkış noktası çok sevdiği Edip Cansever’in “Oteller Kenti” olan sergisiyle bizi şiirsel, düşünsel bir maceraya sürükledi.

Ali Arif Ersen bir ressam, fotoğrafları resminden ya da resmi fotoğrafından besleniyor. “Fotoğraflarımda daha çok detay ve kompozisyon hakim. Resimsel kompozisyonları seviyorum dolayısıyla fotoğraflarım da o minvalde gidiyor. Bana etkilendiğim fotoğrafçıları sorsanız yine ressam ismi veririm. Fotoğraf da neticede endüstriyle birlikte gelişmiş, farklı bir teknikte resim yapma sanatı. Fotoğraflarımın hepsinde resim fikri var. Hem fotoğraf o kadar geniş bir alan ki, vesikalık çekin, moda çekin, cep telefonundan ya da plastik bir makineden, hatta uzaydan çekin... Kısaca, fotoğraf bir teknik, asolan plastik!”

“Tiyatro”, “Çember, Daire”, “Oteller Kenti”, “Kadehler” başlıklı çeşitli resim sergilerinden sonra sanatçı, Latin Amerika izlenimleriyle “Fotografi USA”, “Fotografi Havana” kitaplarını ve “Tres Americas” sergi ve kitabını gerçekleştirdi. Memet Baydur, Ali Arif Ersen’in, içinde “son derece özgün bir mizahı, külyutmaz bir gözü” barındıran fotoğraflarıyla sanat anlayışının özünü sessizce önümüze serdiğini belirtir.

Kitaplarına Eski Yunanca’dan gelen “fotografi” başlığını koydu: Işık yazısı, ışıkla yazılmış edebiyat. Belgesel kaygısı yok, ışıkla yazı yazmaya, insan dramını anlatmaya çalışır. Hep insana dair ama insansız fotoğraflar çeker. Kadraj yaptığında fotoğrafın gerçekliğini bozup, yorum katmaya başlar. Sürekli kent fikri vardır fotoğraflarının arkasında. Kentin bir rengi, karakteri ve tavrı oluşundan dolayı seviyor kent hayatını. Kent hikayelerinin hepsinin aşağı yukarı aynı olduğunu düşünüyor. İnsan dramı, kentlerde başlıyor. Nerelere gidileceği de biliniyor zamanla. Limanlar, mezarlıklar, sokaklar, otoparklar, hastaneler, lokantalar, kulüpler, yaşayan yerler... New York, Havana, Buenos Aires gibi İstanbul’un da denizle iç içe ve çok zengin eklektik bir kültüre sahip olması etkiliyor onu.

Siyah-beyazın her şeyden önce “çok şiirsel” bir tarafı olduğunu düşünüyor. Renkliden çok daha dramatik siyah-beyaz, ifadesi daha güçlü. 24 mmlik lensiyle “zoom”luyor gördüklerini. “Karanlık odada fotoğrafa daha hakim olabiliyorsunuz. Bir tür palet gibi banyo. Resimden gelen alışkanlıkla bir eskiz yapma ihtiyacı oluyor. Çektiğiniz fotoğrafa, müdahale edebiliyorsunuz. Bir başka neden de, karşınızdaki insana, hayattan bir şey alıp, filtre edip görmediği bir şekilde gösterebiliyorsunuz. Bu da siyah-beyaz fotoğraflarda çok iyi oluyor. Siyah-beyazın kendine ait bir dili olması, onu enteresan bir sanat haline getiriyor.”

Resim ya da fotoğraf arasında ayrım yapmıyor çünkü ikisiyle de bir derdi, bir öyküyü anlatıyor.“Ben fotoğrafla daha çok bir hikaye anlatmayı seviyorum, oradan sizi yola çıkartıp gerisini sizin bağlayabileceğiniz, sizi düşündürecek şeyler yapmak istiyorum. Aslında fotoğraflarıma baktıktan bir müddet sonra tamamen insana dair olduklarını görebilirsiniz. Çünkü bu fotoğraflar hep insan hikayeleri. Dünyanın herhangi bir köşesinde çekilmiş olabilir fotoğraflarım. Ama daha yakından bakınca sadece o kentlere dair pek çok öyküyü de anlatıyorlar bence. Moda fotoğrafı ya d a kurgulanmış fotoğraf çekmiyorsanız, insan fotoğrafı çekmenin, bütün özneyi insana yükleyip tamamen fotoğraftaki içeriği bitireceğini düşünüyorum. Örneğin savaş fotoğrafçılığında da insan öğesinin kullanılması beni çok rahatsız ediyor. Neredeyse pornografik bir anlatım görüyorum savaş fotoğraflarında.”

Fotoğraf ile belleğin kopmaz bağları var. Ali Arif Ersen de yaşamın bir çok alanına yönelen ilgisiyle, fotoğraflarında bize çok yönlü meraklarını, ilgi alanlarını da aktarıyor. Görüntüler, yaşanmış bir hayatın diline, anlatımına dönüşüyor Ersen’in fotoğraflarında. Kentlerde, bir ülkenin kültürüyle, edebiyatıyla, müziğiyle, sinemasıyla, müziğiyle tanışıklığını yaşıyor. Nereye giderse gitsin farklı bir gözle bakıyor bulunduğu yere ve fotoğraflarıyla notlar alıyor.“Müziğe olan ilgime belki profesyonel derecede amatör diyebiliriz. Benim sanatla ilk ilişkim aslında müzikle başlar. Dolayısıyla yaptığım bütün işlerin içinde bir parça müzik var. Ağırlıklı olarak Batı müziği, klasik, caz, kısmen pop ve tabii ki Latin Amerika müziği... Tüm fotoğraflarıma da bunu yansıtıyorum çünkü çekerken aklımda hep müzik oluyor.” “Tres Americas” sergisinde Miles Davis ve Astor Piazzola’nın yanı sıra “Taksi Şoförü” filminin müziğinin eşlik ettiği Ali Arif Ersen’in “Sarajevo” sergisinin müziği ise “Gori Varta” filminden.

Ali Arif Ersen, “Sarajevo”, Milli Reasürans Sanat Galerisi